The Lobster - Çay içebiliriz Esra Hanım

Öyle bir yakın gelecek düşünün ki, yalnız gezmenin yasak olduğu, yalnız gezenlerin bir otele gönderildiği, bu otelde 45 gün içinde eş bulmak zorunda kaldıkları, bulamadıklarında ise seçtiklerini bir hayvana dönüştükleri. Yönetmen Yorgos Lanthimos gözünden, harika bir kurguyu, göze batmayan ve yalın oyunculuklarla "Film Ekimi" kapsamında izledik. Açılışı The lobster'la yapmış biri olarak, açıkçası "Film Ekimi" diğer filmlerle ilgili beklentimi yükseltti. Ancak, izlediğim filmler (The Lobster, The Witch, İnsanın Değeri, Dheepan, Knight of Cups, Bayan Amerika ve Carol) arasında The Lobster açık ara önde ve bir çok ödüle layık görüleceğini bunun yanı sıra, bundan sonra çekilecek filmlere de ışık tutacağına inanıyorum. 


David (Colin Farrell), eşi tarafından terk edilip, bir otele yerleştirilmesiyle karşımıza çıkıyor. Pekde eğlenceli bir tip olmayan David'in bir eş bulabilmesi ve "Istakoz'a" dönüşmemesi için sadece 45 günü var. Otele yerleşen David'le beraber bu distopyanın ve otelin kurallarını öğreniyoruz. İlk başta ne saçma bir dünya böyle şey olur mu deseniz de aslında günümüzde benzer kaygılar ve psikolojik baskıya hemen hemen hepimiz maruz kalıyoruz. Özellikle yönetmenin Yunan asıllı ve oyuncuların çok uluslu olduğunu gördüğümüzde "eş bulma" konularının evrensel olduğunu düşünüyorum. Günümüz izdivaç programlarını da göz önünde bulundurursak, eş seçmek ve bulmak sadece yerel değil küresel de bir sorun. Öyle ki,otelde de, yalnızlar ve çiftler ayrı ayrı oturtuluyor, farklı sosyal tesislerde aktivitelerini gerçekleştirmelerine izin veriliyor. Gerçek hayatta olduğu gibi, bir erkek bir kadını tavlayabilmek için türlü numaralara (buna burnu kanatacak kadar kafayı sert bir cisme vurmak da dahil) girebiliyor, bir kadın tacize varacak kadar bir erkeği müstehcen davetlerle odasına çağırabiliyor. Eş bulan çiftler kavga etmez olur mu? Bunun  da çaresi var, atalarımızın da hem fikir olduğu gibi kavga eden çiftlere "çocuk" veriliyor. Hem de öyle 9 ay beklemek zorunda değilsiniz, hazır 11-12 yaşlarında bir kız çocuğu takdim ediliyor.

Diğer yandan, standartların gayet iyi olduğu bu otelde orman avında yalnız gezenleri vurarak avlanan, acımasız bir karakter çıkıyor karşımıza. Bu kadın da, günümüzdeki aseksüel ve acıdan hoşlanan insanları simgeliyor. "Hatun'un arızası makbuldur" derler, sanırım zavallı David de buradan kurtulmak için çok yanlış bir seçim yapıyor ve Bayan Arıza'yı seçiyor. Gerçek hayatta olduğu gibi yanlış bir seçim sonrasında gerçek aşkı yakaladığına şahit oluyoruz. Bir çok sahte ilişkinin içinde tek tük de olsa gerçek bir aşk karşımıza çıkıyor ancak yanlış zaman ve yanlış mekanda. Bu sistemin zorlamasından kaçanların kurduğu bir kolon da David "Short sided woman"la (Rachel Weisz) yani miyop kadınla, hayatının aşkıyla tanışıyor. Şimdi öyle bir koloni düşünün ki, flört etmenin, öpüşmenin ve evlenmenin yasak olduğu bir ortam! Ortası yok değil mi? Dünya'yı ele aldığımızda, farklı din ve kültürlerde de aynı zıtlıklar ayan beyan ortada. Bir kadının bakire olmamasının ölüme varan cezalarla cezalandırıldığı coğrafyamızda, çok da uzağa gitmeden Avrupa'ya dönüp baktığımızda, genç ve eğitimli bir bayan "evlenmeden önce sevgilimle ilişkiye girmezsem onunla uyumlu olduğumu nasıl anlayabilirim" cümlesini rahatlıkla kurabiliyor. Filmde çift taraflı "eş bulma" ve "yalnız yaşama" baskısını yönetmen açık bir şekilde ifade ediyor.

Filmi görsel anlamda başarılı buldum. Yakın zamanda bir çok yönetmenin uyguladığı gibi resmin ortasında küçücük belirtilmiş ana karakterlere yer verilmiş. 180 numaralı odada kalan yalnız gezenin intihar sahnesi diğer filmlere ilham veren cinsten. Bir çok filmde bir binanın katından atlayan biri hareketsiz bir şekilde yatarken, bu kadının beyninden boşalan kanı ve can çekişmesini bir süre izliyoruz ve ne yalan söyleyeyim, biraz psikopatça olacak ama ben bu sahneyi çok beğendim. Diğer arıza kadının duyarsızlığı ve çiftleşmek için yanıp tutuşan 180 numaralı odadaki kadının can çekişmesi muazzam bir şekilde tek bir kare ile izleyicilere sunulmuş. 


Colin Farrell'in son zamanlarda yaptığı en aykırı ve en başarılı rolü olduğunu belirtmek isterim. Senaryoda herhangi bir boşluk olmadığını filmi izlerken hissedip, oyunculukları gayet başarılı buldum. Son zamanlardaki en iyi kurmacalardan biri. Belki çok klişe bir son ama yönetmenin de bir Akdeniz'li olduğunu düşünürsek, filmi izleyenler ne dediğimi çok iyi anlayacaktır; Aşk insanın gözünü gerçekten kör edebiliyormuş. Neyse ki 45 gün içinde eş bulamazsak bir hayvana dönüşmek zorunda olmadığımız bir dünyada yaşıyoruz ve eş bulma baskısı şimdilik mahalledeki teyze ve iş/okul arkadaşlarımızdan ara ara yapılan bir şey. Esra Erol büyük sevaba giriyorsun haberin ola:)

İyi seyirler...
Kübra Sancı

Yönetmen:8
Senaryo:8
Oyunculuk:7
Teknik:7

Müzik:7

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder