İYİLİKTEN MARAZ DOĞARMIŞ...


Şimdiden uyarımı yapmak isterim: uzun bir film, uzun bir yazı oldu. Nur Bilge Ceylan'ın filmi gibi tek bir solukta okumanız dileğiyle... Bir de aşağıdaki yazım spoiler içermektedir.

Maltepe'de doğup büyümüş biri olarak Bağdat Caddesine ilk gittiğim günü hiç unutmam. Ergenlik dönemindeydim sanırım ve algılarım belki de şimdikinden daha açık olmasına rağmen daha naiftim. Son model arabalar, o dönem moda diye kadın ve erkeklerin giydiği şişme yelekler, makyajlı ve fönlü bayanlar ve bir daha hiç gülmeyecekmişçesine asık suratlar. Aklıma ilk gelen soru şu oldu: İstanbul'da bu kadar çok zengin insan varken, bu kadar fakir neden var? Zengin insanların fakirlere her zaman yardımcı olacağını sandığım saf yıllardı sanırım. Aslında, mesele Kış Uykusunda Necla karakterinin bahsettiği gibi "asıl yardımseverlik paran varken paylaşmak değil, paran sana kadar varken onu paylaşabilmek". Bu tabir-i caizse tuzu kuruyken rahatça yardım yapıp, yardım yaparken de tevazu paketine sarılmış enaniyetini saklamaya çalışan Aydın karakterine söylenen bir acı gerçekti.

 

Konuya sanırım tam ortasından başladım ama nasıl başlamam ki 3 saat 16 dakika süren, sizi Kapadokya'da gerçekten böyle bir aile varmışta sanki evlerinin içine kamera konmuş ve sizde bu aile yaşantısına onlara şahit oluyormuşsunuz hissi içimde hala devam ediyor. Aydın (Haluk Bilginer) emekli bir tiyatrocudur ve aileden variyetli karakterimiz babasından kalan Butik oteli Kapadokya'da işletmektedir. Kendisiyle birlikte kardeşi Necla (Demet Akbağ) ve genç eşi Nihal (Melisa Sözen) bu otelde yaşamaktadır. Kiracının oğlu İlyas'ın eve taş atmasıyla karakteri yakından tanımaya başlıyoruz. Sadık çalışan Hidayet (Ayberk Pekcan) ve Aydın Bey'in kiracısı sarhoş İsmail (Nejat İşler)'in evini çocuğu teslim etmek için gittikleri sırada, İsmail'in İlyas'a attığı tokat beklenen bir sahne olmasına rağmen seyircinin suratına tokat indirmeyi başarmış.

 

Aydın, Nihal ve Necla arasında iplerin kopmasının ve birbirlerine karşı oldukça dürüst konuşmaların geçtiği bu filmde günümüz zengin insanının ne kadar kibirli, ikiyüzlü ve bencil olduğunu filmde apaçık bir şekilde görüyoruz. Hayatta hemen hemen hiç çalışmamış birbirinden zıt iki kadın karakterin çatışmasına öncelerde tanık olsak ta seyirci kimi haklı görme konusundan eminim ki kararsız kalabilir. Bu filmde siyah yada beyaz karakter olmaması senaristin grinin bir çok tonuyla karakterleri izleyiciyle tanıştırması gerçekten başarılı. Sonrasında Aydın'la Necla'nın tartışmaları belki de filmin kırılma noktası oluyor ve bu konuşmalar Aydın ve Nihal'in evliliğinin kopma noktasına gelmesine sebep oluyor. 3 ana karakterin arasında geçen birbirlerine öfke kustukları konuşmalarda kimin haklı olduğuna karar vermek zorlaşırken terazi sürekli inip çıkıyor, Necla ve Aydın arasındaki konuşmalar daha çok bir masa tenisi maçı izlermiş gibi bir his uyandırıyor.

 

Her bir oyuncunun rolünün hakkını verdiğini söylemeden edemeyeceğim. Benim en çok gözüme çarpan performanslar Serhat Mustafa Kılıç (Hamdi) ve Nadir Sarıbacak (Levent) ' a ait. Shakespeare'den son sahnesinde alıntı yapan Levent karakteri aslında öncesinde dile getirdiği sözlerin yine güçlü ve zengin Aydın'la ortak arkadaşlarından destek görmediğinden mütevellit olacak ki bize şu dizeleri sıralıyor: "Vicdan, korkakların kullandığı bir sözcüktür. Aslında güçlüleri korkutmak için icat edilmiştir." Hamdi karakterini oynayan (Serhat Mustafa Kılıç) gerçekçiliği başarıyla yakalamış ve bizi yoksul bir köy din adamı olduğuna inandırabilmiş.

 

Film boyunca kendini avutan ,Necla'nın gerçekçi eleştirilerini bile anlamayan Aydın'ın bu durumu film için güzel bir nokta olacaktır. İnsan oğlunun kibirden yaptığı hatalarını nasıl görmeyişini, kendini sürekli haklı çıkarmasına ayna tutan film, aslında insan nefsinin şeytana ne kadar kolay aldandığını da film bize ispat ediyor. Karakterlerin olgun olmaları ve kemikleşmiş yapıları aralarındaki farkı belirgin bir şekilde ortaya koyuyor. Senaristin kışın oldukça sıkıcı geçen bu yeri seçmesi çok mantıklı. Çünkü, hayatının çoğunu İstanbul'da geçiren karakterlerimiz hayat mücadelesinde fırsat bulup, birbirlerine hiç bu kadar dürüst davranamamış ve durup düşünememiş. Karakterlerin sürekli kendileriyle çatışmasına bolca yer verilmiş. Gerçek hayatta Necla gibilerinden öyle çok var ki, Necla'nın hayat boyu yan gelip yatmasına rağmen abisinin yazılarını fütursuzca eleştirmesi, öte yandan "Kötülüğe karşı koymamak" savını ortaya atarak filme yön vermesi seyirciyi uzun süre ikilemde bırakıyor. Film boyunca bu sava karşı koyan Aydın yoksulluk ve fakirliğin Allah'tan gelen bir şey olduğunu, fakir insanların asla hayatlarını değiştiremeyeceğini dile getirirken, hayatında bir kez olsun camiye gitmemiş biri olarak din adamlarını eleştirirken aslında kültürlü, bilgili görmüş geçirmiş kimliğinin arkasında ne kadar da cahil bir çocuk olduğunu Nuri Bilge Ceylan ustalıkla göstermiş. Zenginlerin fakirlere bakış açısı tam olarak bu! Cadde de diyet yapmaktan ağzı açlık kokan, yaptığı 3-5 kuruş yardımı da sağda solda anlatmak için yapan veya fakirliğin bir illet olduğunu eğer el uzatırlarsa bu illetinde onlara bulaşacağını sanan mutsuz insanlardı yıllar önce gördüğüm.

Beni oldukça etkileyen film karelerinden bahsetmek isterim. Nuri Bilge Ceylan'ın fotoğraf karesi gibi film sahneleri meşhurdur. Yalnız, kendisinin görüntü konusunda bu filmde ustalaştığını belirtmek isterim. Hidayet ve Hamdi arasında geçen diyalogda Hamdi'nin yüzünü aynadan görürken, (Nihal'in odasında) Nihal Aydın'la konuşmak istemezken Aydın'ı aynadan görürken yönetmen doğru açılar yakalamış. Bunun yanı sıra, fotoğrafçılıkta sıkça kullanılan Altın oran ve resmi üçe bölme kurallarını Nuri Bilge Ceylan imzasını atar gibi bolca filmde yer vermiş. Fakat, filmde gördüğüm ufak tefek olumsuz durumda yok değildi. Nejat İşler'in oynadığı İsmail karakteri hapse girip çıkmış, ayyaş, yerli eski bir maden işçisinden çok sosyalizmin göbeğinden çıkmış bir İstanbul'luya daha çok benziyordu. Maalesef biz İsmail'i değil, Nejat İşleri veya daha önce canlandırdığı karakterlerden birini ekranda gördük.



Son olarak, senaristin olgun biri olarak genç bir eşe sahip olmanın ve zamanla aradaki açılan yaş farkının verdiği kaygıyı taşıdığını ve bunu farklı bir hayatla izleyiciye aktardığına inanıyorum. Bir çok kırılma noktasına sahip film bence en büyük kırılmayı İsmail karakterinin Nihal karakterine ders vermek için şömineye yaklaştıktan sonra yaptığı harekette yaşıyor. Film uzun gibi dursa da sanatsal film seven birinin sıkılmadan bu muhteşem kareleri rahatlıkla izleyebileceğini söyleyebilirim. Mutlaka sinemada izleyerek Cannes Film Festivalinde gururla bizi temsil edip, Altın Palmiye'yi sonuna kadar hak eden bu filmin başarısını gişeye yansıtmanız dileğiyle...

 

İyi seyirler.

Kübra Sancı.

7 yorum:

  1. İlk yorum benden olsun ;))
    Müthiş bir yazı olmuş ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Bu arada kaçıranlar için belirtmek isterim ki Hamdi ve İsmail'in yaşlı annelerini oynayan kadın Gülsen Özbakan yani recep İvedik'in huysuz anneannesinden başkası değil!

    YanıtlaSil
  3. Emeğinize sağlık:)

    YanıtlaSil
  4. Gökhan Tiryaki’ye gene söylenecek söz yok ama eminim ki Nuri Bilge ona pek iş bırakmamıştır Gene de özellikle tekli yakın baş planlarındaki açılar ve ışık tasarımı farklı ve yenilikçiydi.
    Siz ne düşünüyosunuz acaba ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Size katılıyorum. Gökhan Tiryaki güzel iş çıkarmış. tarzı Nuri Bilge Ceylan filmleriyle örtüşürken, profesyonel görüntüler ortaya koymuş. fotoğraf karesi gibi sahnelerde de Nuri Bilge Ceylan'ın imzasını görmek mümkün.

      Sil
  5. 32 yıl sonra büyük ödülü kucaklayan ikinci Türk.

    YanıtlaSil